Muhteşem ödüldür, yaşam...
Muhteşem ödüldür, yaşam...
26 Ocak 2013, Cumartesi - 13:01
"Ölür bir ağaç artık tanımaz olursa mevsimleri
Ve hiç yankılanmazsa…
Su ölür artık bilemezse ne yöne akacağını
Ve susuzluğunu gidermezse…
Toprak ölür artık ekinini üretemezse
Ve yeni türküler sunamazsa ışığa
Ölür bir insan artık yitirmişse yaşama arzusunu
Ve hünerini mucizeler yaratmanın"
(Maksim TANK)
Kışla birlikte bir yorgunluk, bir isteksizlik hal çöker üzerimize…
Sanki hayat denen bu meşgalede zar zor taşınan yükün altında kalmış oracığa yığılıp kalmışız gibi hissederiz…
Kış karını üzerimize yağdırmış, her çığlığımızda bir çığ olup altında bırakmıştır bizi…
Bir isteksizlik, bir eylemsizlik, bir atalet… Kolumuzu kıpırdatmaya bile üşeniriz.
Aslında hayatta kalmaya direnen ve bunu bir kere daha başaran bedenin yazdan, sonbahardan kalan yorgunluğudur bu…
Mecburen baharı beklemek gerekir, kuşların cıvıldayışını, derelerin çağlayışını, mutlu bulutların dans edişini, yağmurun içindeki raksı özleriz…
Yaşamaya, var olmaya devam etmenin keyfini bize hissettirmeye hazır bir baharı bekleriz…
Tek sıkıntıların ardına gizlediğimiz mevsimlerin misyonsal özelliklerine inanışımızın adaletidir bu… Güz günlerindeki aşk’ın pek tadı olmadığı gibi, kış aşkları da pek bir sebepsiz kaybolur…
Kışın başlayan bir aşkın yaza çıktığı pekte görülmemiş desek yeridir…
Kış aşkı uzaktır çünkü karla kaplıdır, yollara teslim olmuş iş makinelerinin yollarını açmasını beklemiştir…
Uzaklığa, yenilmişliğe sebep olur kış…
Her umursamanın her sıcacık gülüşün ardında yatan aslında buz gibi kar soğukluğunun ta kendisidir…
Hal böyle iken insanların bu kutsal ilahiye tek katkıları, oflayıp puflayan, şikâyet eden nefesidir… Tıpkı şu dizelerde benim yaptığım gibi…
Bu akortsuz çatlak, halinden memnun olmayan, yakınan ses, ilahi uyumu, dengeyi alt üst eder… Tıpkı yeni çiçek açmaya çalışan zerdali ağacının sabahın köründe yediği kırağı gibi…
Açmadan donmuştur…
Bedenin, tıpkı bir ağaç gövdesi gibi kendine yenilmesi meşakkatli bir iştir. Fakat ödülü muhteşemdir…
Dediğim gibi kışın aşklar kar altında nefes almaya benzer, Bütün yorgunluğunu patlatıp bahara merhaba diyen bir çiçek gibi yeniden hayata başlamanın ödülü için baharı beklemek yanlıştır…
Ancak insan buya kış, yaz, bahar hep bir avuntu arar…
Hoş geldin bahar, Hoş geldin tomurcuklar, çiçekler, böcekler, karıncalar, kuşlar, kurtlar diyeceğimiz gibi…
Hoş geldin ruhum diyeceğiz…
Elbet bitecek bu kış yakındır…
Ve hiç yankılanmazsa…
Su ölür artık bilemezse ne yöne akacağını
Ve susuzluğunu gidermezse…
Toprak ölür artık ekinini üretemezse
Ve yeni türküler sunamazsa ışığa
Ölür bir insan artık yitirmişse yaşama arzusunu
Ve hünerini mucizeler yaratmanın"
(Maksim TANK)
Kışla birlikte bir yorgunluk, bir isteksizlik hal çöker üzerimize…
Sanki hayat denen bu meşgalede zar zor taşınan yükün altında kalmış oracığa yığılıp kalmışız gibi hissederiz…
Kış karını üzerimize yağdırmış, her çığlığımızda bir çığ olup altında bırakmıştır bizi…
Bir isteksizlik, bir eylemsizlik, bir atalet… Kolumuzu kıpırdatmaya bile üşeniriz.
Aslında hayatta kalmaya direnen ve bunu bir kere daha başaran bedenin yazdan, sonbahardan kalan yorgunluğudur bu…
Mecburen baharı beklemek gerekir, kuşların cıvıldayışını, derelerin çağlayışını, mutlu bulutların dans edişini, yağmurun içindeki raksı özleriz…
Yaşamaya, var olmaya devam etmenin keyfini bize hissettirmeye hazır bir baharı bekleriz…
Tek sıkıntıların ardına gizlediğimiz mevsimlerin misyonsal özelliklerine inanışımızın adaletidir bu… Güz günlerindeki aşk’ın pek tadı olmadığı gibi, kış aşkları da pek bir sebepsiz kaybolur…
Kışın başlayan bir aşkın yaza çıktığı pekte görülmemiş desek yeridir…
Kış aşkı uzaktır çünkü karla kaplıdır, yollara teslim olmuş iş makinelerinin yollarını açmasını beklemiştir…
Uzaklığa, yenilmişliğe sebep olur kış…
Her umursamanın her sıcacık gülüşün ardında yatan aslında buz gibi kar soğukluğunun ta kendisidir…
Hal böyle iken insanların bu kutsal ilahiye tek katkıları, oflayıp puflayan, şikâyet eden nefesidir… Tıpkı şu dizelerde benim yaptığım gibi…
Bu akortsuz çatlak, halinden memnun olmayan, yakınan ses, ilahi uyumu, dengeyi alt üst eder… Tıpkı yeni çiçek açmaya çalışan zerdali ağacının sabahın köründe yediği kırağı gibi…
Açmadan donmuştur…
Bedenin, tıpkı bir ağaç gövdesi gibi kendine yenilmesi meşakkatli bir iştir. Fakat ödülü muhteşemdir…
Dediğim gibi kışın aşklar kar altında nefes almaya benzer, Bütün yorgunluğunu patlatıp bahara merhaba diyen bir çiçek gibi yeniden hayata başlamanın ödülü için baharı beklemek yanlıştır…
Ancak insan buya kış, yaz, bahar hep bir avuntu arar…
Hoş geldin bahar, Hoş geldin tomurcuklar, çiçekler, böcekler, karıncalar, kuşlar, kurtlar diyeceğimiz gibi…
Hoş geldin ruhum diyeceğiz…
Elbet bitecek bu kış yakındır…
0 comments :
Yorum Gönder