YINE BEETHOVEN KAZANDI ! (Orijin- III) - İlknur Kırbaş


Hani bir yazım vardı, Anzavur Pasajına gidip, sonrasında kendimi Moda’daki Bakla Tarlası’nda buluvermiştim. Bordo renkli perdeleri olan, ona uygun olsun diye bir heyecan ile aldığım aynı renkteki halılarımın olduğu bodrum katında iki odacıklı bir daire vardı. İlk defa ailemden uzak tek başına oturacağım ve bir kahve fincanı, bir çay bardağı, bir tane koltuk bir de eski demirden somya ile taşınmıştım bu eve. O kadar az eşyam vardı ki, ufacık bir kamyonetin arkası yarısı boş yarısı doluydu. Evin kira kontratını imzaladığım tarih 1 Nisan 1996 idi, o tarihte satürn balık burcundan çıkıp koç burcuna geçmişti, konjüksiyondan kurtulduğumun ilk gününde imzaladığım kira sözleşmesi çok büyük bir değişimin olacağının bir habercisi idi?
O zamanlar bir Bankada çalışıyordum, şube teftişlerine gidiyordum, ne zaman nereye gideceğim belli değildi, her zaman hazırlıklı olmam gerekirdi. Henüz seyredecek bir televizyonum olmadığı için bol bol müzik dinliyordum aslında çoğunlukla müzik dinliyordum. Her zaman yaptığım gibi ta çocukluğumdan beri.
İlkokulu bitirip hazırlık sınıfına başladıktan sonra derslerimi çalışırken bana eşlik eden biricik arkadaşım, anneme yalvar yakar aldırdığım 2 tane kaset çaları olan, fm yayınlarını alan mini müzik setimdi. TRT-1 dinliyordum, Çocuk Saati’ni çok seviyordum, arada bol konuşmalı programlar oluyordu, hatta bir program vardı, hatırlarsınız belki “Şimdiki Aklım Olsaydı” diye, güzeldi keyifli idi, radyo tiyatrosu, arkası yarın, dejenere olmayan, temiz türkçe ile, güzeldi, çok güzeldi, ama ben aralıksız müzik olsun istiyordum. Babama “hiç sohbet olmadan müzik yayını yapan bir radyo kanalı var mıdır acaba?” diye sorduğumda bana, “TRT-3aralıksız müzik yayını yapılıyor diye biliyorum.” dedi. Habere bak, müthiş, hemen buluverdim o kanalı.
O neydi öyle, Mehmet Ali Erbil’indi galiba, o zamanlar onun bir programının girişinde kullandığı aslen Chuck Mangione’nin Children of Sanchez’nin peşine düşmüştüm deli gibi, yahu bu radyoda da bir ağır, bir ağır nedir o, klasik müzik çalıyor. Hayret bir şey. Benim yaş daha bebe, ne işim olur, annem dinlemez, babam sanat müziğini sever, türkü sever, ben hafif böyle rock, pop araya çevrenin ve de dolmuş şoförlerinin yaylım ateşi ile Ümit Senle Beni sokmuşum, bu müzik de nedir? Şaşırdım kaldım. Bir taraftan da düşünüyorum, bunca insan yanılıyor olmaz, bu koskoca radyoda saatlerce konuşan amcalar ve teyzeler de herhalde yanılıyor olamaz, kendi kendime inat ettim, dinleyeceğim dedim, ara vermeden, Yavuz Aydar’ın Stüdyo FM’ine kadar olan programları sansürlemeden başladım hap gibi yutmaya.
Franz Liszt, Carl Orff, Debussy, Dvorzack, Mozart ile akraba olmaya başladık yavaş yavaş.. İçlerinde ilgimi çeken en büyük isim tabi ki Mozart oldu, çünkü dinlediğim eserlerin isimlerini yakalayabildiğim anda bir yerlere not alıyordum, Mozart’da farklı bir durum vardı, eserleri aklımda tutamadığım için aldığım bir Mozart notu diğerini tutmuyordu, Mozart’ın eserleri *Köchel sayılı idi. Diğerlerinden çok farklı bir durumdu bu.
İşte klasik müzik ile bu kadar içli dışlı olmaya ta o zamanlardan başlamıştım, kendim ettim kendim buldum. Tüm bunları dinlerken her nasıl olduysa ve nasıl becerdiyesem bilemiyorum, Beethoven’nın 9. senfonisinden başka bir şeyi yokmuş gibi sadece 9. senfonisini biliyorum. Sonra bir gün bir baktım aman allahım Beethoven’nın tam dokuz tane senfonisi varMIŞ, hatta operası bile varMIŞ, ben paniğe kapılmış haldeyim. İstanbul trafiğini fırsat bilip, sabah akşam 1,5- 2 sene boyunca aralıksız Beethoven dinledim.
Yıllar sonra güzel bir pazar gününde tekrar klasik müziğe döndüm. Yine aynı oyuna başladım, siz tabi henüz bilmiyorsunuz oyunun ne olduğunu. Bakalım bugün kim kazanacak? Mozart mı, Beethoven mı? Her defasında ikisini içimde yarıştırır, rekabete sokarım. Oyun bu. Bakalım bu sefer hangisi daha çok dokunacak?
Bütün dünya der ki, Mozart üstattır. Lakin Mozart bana göre Don Giovanni ve Requem’in dışında öne geçemez, biricik Beethoven’ım müziği, ruhunu anladığım adam her yarışın, her mücadelenin sonunda hep galip gelmiştir. Ben 26 yaşımdayken de galip idi, 40’a 1 kala yine galip geldi. Pek tabiki Beethoven’a torpil geçmiyorum, sakın yanlış anlamayın. Peki Beethoven neden hep galip geliyor?
Beethoven’ın kazanmasının nedenini daha yeni yeni anlıyorum. Mozart’ın müziği ilahidir, ilahidir ama acı yoktur müziğinde, kesinlikle son dönemlerinde babasından çok etkilendiği için yazdığı Don Giovanni ve kendisi ile yüzleşmeye başladığı Requem ki, yarım kaldığı ve öğrencisi tarafından tamamlandığı bilinir. İşte Mozart’ın bu iki eseri insanın ruhuna dokunur, diğerleri aşırı ritmik, hareketli, eğlencelidir, çocuksu görünse bile Mozart bu dünyaya gelmiş en büyük müzik dehalarından biridir, ruhunuzu mutlu kılar, neşe katar. Mozart eğlenceye düşkün, hep çocuk ruhuyla yaşamış, yeteneğini hiçe saymış çok da değer vermemiştir, hayat ile de dalga geçmiştir.
Beethoven ise hayatının her döneminde ne yazık ki sürekli bir acı ile iç içe ve en önemlisi bu müzik dehası sert görünüşlü duygularını saklayan aşık  bir adam. İşte bana dokunan da budur, ne zaman onu dinlesem özellikle 5. senfonisi, Beethoven bana hep derdini aşkını anlatır, bir şeyler söyler, ben de onu saatlerce dinlerim, 2. ve 8. senfonisi de öyle, ara ara hiddetlenir isyan eder, dışaraya kendini saklarken içini müziğine döker.
Neyse..Eğer yolunuz Modadan geçer de Bakla Tarlası Apartmanına, gidip bakarsanız 1 numaralı zilin üzerinde hala “İlknur Kırbaş” yazar. Hatta “google” dan ararsanız, Can Yücel ile sadece isim benzerliği olan üşengeç ev sahibimin zilin üzerindeki ismi değiştirmediği için internetde verdiği adres tarifinde, “Zilde İlknur Kırbaş yazıyo!” dediğini de okursunuz, eski günlerin anısına ben arada google’dan adımı  girer bakarım ve Can Bey’in verdiği adres tarifinin hala orada olduğunu görür, kendi kendime gülümserim.
Yaprak bu senin içindi:))



0 comments :